Türkler,tarih boyunca savaşçı bir kimlik taşımışlar,milli iradeyi korumak ve yüceltmek için her türlü mücadeleyi vermişler ve korkmak bilmeden savaşmışlardır.Sonsuz bir cesaret,damarlarında gezinen yiğitlik onları hep yüce kılmıştır.Kanlarının son damlasını yurt için,millet için dökmeye hazır bulunmuşlardır.Alınlarından dökülen her ter damlası,bu milletin birleşip bir okyanus olmasını sağlayacak,akan her damla kan ise yüce bayrağımızın al rengine renk katacaktı.Türklerin yalnızca sonsuz bir cesareti değil aynı zamanda keskin bir zekası da vardı.Türk, cesaretinin yanında,bu zekasıyla zaferler kazanıp,uygarlıklar kurup,insanlık dünyasında en şerefli hizmeti taşımıştır. Peki neydi bu yiğitleri bu denli cesur ve yenilmez kılan?Hangi hedefti onları yollarından bu denli saptırmayacak olan?Bu soruya verilecek en doğru cevap ise elbette, "Kızıl Elma" mefkuresinden başka bir şey olmayacaktır.
Türk cihan hakimiyeti idealinin sembolü olan Kızıl Elma simgesi,üzerinde düşünüldükçe uzaklaşılan ancak uzaklaşıldığı oranda cazibesi artan bir ülküdür.Bu ülkü,mazlumun yüreğindeki umut,zalimin kalbinde gittikçe büyüyen bir korkudur.Bir dava vardır ortada...Büyük davalar büyük mücadeleler ister.Çile,sabır ve kararlılık ister.Çileyse ;çekmiştir aziz milletim sonuna kadar. Sabırsa ;göstermiştir Hz.Eyyub'un bunca zahmetlere karşı gösterdiği gibi...Kararlılıksa eğer ;benim gözü pek ecdadım,bir an bile düşünmeden atmıştır kendini muharabenin orta yerine.Çünkü zihinleri hep bir mefkure ile ,"Kızıl Elma" ile dolup taşmış ve bu mefkure onları zirveye çıkarmıştır.
Kızıl Elma imgesinin tam olarak nerede,hangi vakit ve nasıl ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte,özellikle Osmanlı Dönemi'nde yeniçeriler tarafından benimsenen bir ideal olmuş ve onların savaşma azmini yüksek tutmak için kullanılmıştır.Aslında bu ideal,bize çok çeşitli yollardan geçmiştir.Bir zamanlar Ayasofya'da 1.Justinianus'un at üzerinde bronz bir heykeli vardır. Prokopius, heykel hakkında şunları söylemektedir:
"Ve doğan güneşe bakar.Bu sırada da İranlıların üzerine yürür,sol elinde bir küre tutar.Bu kürenin üzerinde bir haç işareti vardır.Sağ elini doğan güneşe doğru uzatır,parmaklarını açarak o taraftaki barbarlara kendi topraklarında kalmalarını ve yaklaşmamalarını buyurur."
Bir Arap yazara göre ise de heykeldeki figürün gergin ve avucu açık sağ eli İslam ülkelerini gösterirken,sol elinde bir küre vardır.Aradan yıllar geçer ve heykelin elindeki küre 1317'de yere düşer.Bu durum kilise babaları ve halk tarafından Bizans'ın sonunun geleceği şeklinde yorumlanır.1420'de küre bir kez daha düşer.1453'te Konstantinopolis'i fetheden Fatih Sultan Mehmet Han,bu heykeli yere indirir.Bu da şu demek olur ki;Justinianus'un küresinin yerini "Kızıl Elma" almıştır.Artık bu mefkure bizim milletimizi saracak ve güç bize geçecektir.Kızıl Elma artık,Allah'ın isminin duyurulacağı mekan,İslam'ın tebliğ edileceği zemin,adap edilecek yurt,imar edilecek toprak ve yeni fetihlere imkan sağlayacak bir azim duygusu haline gelecektir.Zaman geçtikçe yeniçeriler arasında bu ideal yaygınlaşır.Savaşma azmini bu düşünceden alırlar,bu düşünceden güç bulurlar ve çıkacakları her fetih onlara bir ferahlık verir.Buna örnek olarak Kanuni Sultan Süleyman ile yeniçeriler arasında geçen şu Kızıl Elma muhabbeti verilebilir:
"Kanuni Sultan Süleyman kışlaları ziyaret eder,askerlerin şerbetini içer,içtiği bardağı altın doldurup onlara armağan ederdi.Ayrılırken de askerlere 'Kızılelma'da görüşürüz' deyip onları okşar ve ideallerini canlandırırdı.Onlar da şu naraları atıp her daim yiğitliğe hazır olduklarını bildirirlerdi Kanuni'ye: 'Destiye kurşun atar,keçeye kılıç çalar,Kızılelma'ya dek gideriz! "
Asker yalnız sefere gideceği,muharebeye gireceği zaman değil,hatta şımardığı,isyan ettiği vakitlerde bile bu narayı savuruyordu.Asker demek halk demekti,halk ise hakikati bilen,hakikati uygulayan demekti.Madem ki halk atıyordu bu naraları,halktan gelen ses,aslında Hakk'ın sesiydi.Bu sebepten dolayı Hakk'ın söylettiği sözdü Kızıl Elma...Orası kimi kaynaklara göre Roma olarak görünse de ne Roma,ne Çin,ne Hint,ne de Sint idi.Orası Hakk'ın Süleyman'ı götüreceği yer,Türk'ün vuslata erişeceği yerdi.
Asırlar boyu varlığını sürdürmüş olan bu mefkure şimdilerde nerede?Nereye koymuş,nerede kaybetmişiz?Yoksa o hala var da izini mi süremiyoruz artık?Ulaşılmak istenen fakat varlığını bugün bulamadığımız bu yer hangi diyarda?Şair diyor ya:
"Bir yer var biliyorum,
Her şeyi söylemek mümkün.
Epeyce yaklaşmışım
Duyuyorum
Anlatamıyorum..." diye,işte Kızıl Elma tıpkı buna benziyor.Epeyce yaklaştığını hissediyorsun,oraya yaklaşmanın heyecanı ve mutluluğu sarıyor dört bir yanını.Hani vardın,varacaksın.Sonra o vardığın yerde senin derdini dert edinmiş insanlar karşılayacak seni.Türk milletindenim,İslam ümmetindenim diyen,hayat anlayışları,kültürleri,görgü ve ahlakları sana aynen uyan insanlar kaplayacak çevreni...İşte böyle bir yer varmış ve biz bu yeri kaybetmişiz.Bunu kaybetmek demek,geçmişini kaybetmek demektir zannımca.Geçmişin izleri silinmeye devam ederken bir yiğit çıksa meydana,Kızıl Elma'yı saklandığı yerden çıkarsa...Kızıl Elma'yı hangi toprağa gömdüğümüzü bulabilsek,gömülen elmanın kalıntılarını toprakta yeniden yeşertsek. Sonra onu gönlümüzle sulasak her gün bıkmadan.Gün geçtikçe filizlenmeye,köklerini tekrar toprağa salmaya başlasa ve o kökler tüm cihanı sarsa...Doğudan batıya,güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar tüm cihanı kaplasa ve en sonunda o kökler bizi birleştirse...Her karış toprakta aynı ümit yeşerse...İşte o zaman Türk'ün gücü tekrar meydana çıkacak,milletimin mazisi beyinlerimizde tekrar belirecektir.Sonra bir bakmışsın o köklerini salan ulu ağaç meyvesini de vermeye başlamış:Kızıl Elma!Bir elma ki ; al bayrağımın rengi gibi aziz...Bir elma ki;Türk milletini birbirine kenetleyip Turan ilini oluşturmuş.Bir araya geldiğin insanların hepsi aynı idealin peşinde...Burası,gönüllerin,fikirlerin ve Türklüğün birleşme noktası olmuş.Aynı çatı altında,aynı fikri paylaştığın insanlarla bir yola baş koymuşsun;işte bu en güzel devrimdir.
Yukarıda tahayyül ettiklerim,Ziya Gökalp'ın da deyimiyle "Bir gün gerçek,fakat şimdilik masal" Gelelim bu masalı gerçeğe dönüştürebilecek olan yiğide,dahası bu yiğidi yönlendirecek gücü kendinde bulan varlığa,yani kadınlarımıza.Zannımca üstü tozlanmış bu ideali raftan kaldırıp Türk milletine tekrar sunacak olan mahlukat,kadınlardır."Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır.Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar.Belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar.Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır." Bu sözleri söyleyen bir İngiliz kadını bile Türk kadının şerefini ve mahiyetini anlamışken bizim üzerinde bir dakika bile düşünmeden Türk kadınını sahiplenmemiz ve korumamız gerekmektedir.Çünkü kadın hayatın tüm acısını çeken ,yaşamın yükünü sırtında taşıyan,bu dünyaya bir canlı getirmek için bin bir türlü zahmete giren,ömrünü çocuğunun yetişmesine adayan ve o çocuğun iyi terbiye ve eğitim görüp yükselmesine vesile olan,eşref-i mahlukat'ın azizesidir.Kadın aileyi oluşturan en temel parçadır ve bir aile ne kadar kuvvetli olursa,millet de o denli kuvvetli olacaktır.Dolayısıyla millet de kadının bir eseridir.Bu yüzden aileden başlayarak millete kadar gelen ve milleti iyileştirecek olan,ıslah edip bir araya getirecek olan o yiğit aslında kadındır.Bu denli önemli bir mefkurenin oluşmasında rol oynayan kişi kadın ise ,o halde kadına ait haklar her daim korunmalı,kadının iyi bir eğitim ve terbiye alması sağlanmalıdır.Çünkü iyi yetişen kadın,iyi yetiştirecektir.Onun iyi yetiştirdiği evlat ise,bu ülkenin geleceği olacaktır.O yetişen evlat bu vatanın her karışını koruyacaktır.
Mehmet Kaplan,Ziya Gökalp'ın Kızıl Elma adlı şiirinin tahlilinde şu serzenişte bulunmuş ve yüreğimi sızlatmıştır:
"Bugünkü Türk kızları acaba onun bu şiirini biliyorlar mı?Onun bütün Türk kızlarına okutulması ve anlatılmasını isterdim."
Gerçekten de onun bütün Türk kızlarına anlatılması ve Türk kızlarının bu bilince kavuşması gereklidir.Bunun için de en temel eğitim ailede,bilhassa annede başlamalıdır.Bir kadın bir çocuk getirir dünyaya,çocuk annesinin ak sütünü damıtır yüreğine.Sonra bir gün bir bakmışsın yüreğinde damıttıkları artmış,bütün cihan olmuş.İşte o gün o çocuk, zavallı anacığını da alır ardına ve baş koyar ülkemin yoluna..."Kızıl Elma" yı saklandığı yerden çıkarır kim bilir...
"Kızıl Elma yok mu?Şüphesiz vardır;
Fakat onun semti başka diyardır..." O diyarda buluşabilmek ümidiyle...