7 Haziran 2020 Pazar

KIRIK GÖNÜLLERİN OZANI: ABDURRAHİM KARAKOÇ

                                           

                                                                        Sarı saçlarına deli gönlümü,
               Bağlamışım çözülmüyor Mihriban...
               Ayrılıktan zor belleme ölümü,
               Görmeyince sezilmiyor Mihriban...





   Bugün Abdurrahim Karakoç'un vefatının 8. yılı. 
   
   Bir Anadolu şairi olarak Anadolu insanının sevinçlerini, acılarını, aşklarını öylesine güzel dile getirdi ki Karakoç, daha nice 8 yıllar geçse bile sevenleri onu hiçbir zaman unutmayacak. 
1932 yılının Nisan ayında Kahramanmaraş'ın  Ekinözü ilçesinde dünyaya gözlerini açan Karakoç, dedesi, babası ve kardeşleri de şair olduğu için küçük yaşlarda şiire merak sardı. İlk yazdığı şiirleri iki kitap olacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını 'Hasan'a Mektuplar' ismi altında 1964 yılında yayımlandı. Karakoç küçük yaşlarda başladığı şiir yaşamını işte şöyle anlatıyor: 
"Ebedi kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine, 7 Nisan 1932'de dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle böyle geçti. Kıt imkanlara, kıtlık yıllarına rağmen hala o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek nesi var?' diyebilir ama ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç, şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim. Boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gitti."

İlkokuldan sonra öğrenimine devam edemeyen Karakoç, marangozluk ve çiftçilik yaptı. İleriki yıllarda Elbistan Belediyesi'nde muhasebecilik yaptı. Eserleri de ilk kez bu sıralarda Elbistan'da çıkan bir gazetede yayımlandı. 

Hasan'a Mektuplar'ın ardından bir dolu şiir de beraberinde geldi.
Bazı şiirleri dilden dile dolaştı. Mihriban, Bayramlar Bayram Ola, Tut Ellerimden, İsyanlı Sükut gibi şiirleri dillerde pelesenk oldu.



                LAMBADA TİTREYEN ALEV ÜŞÜYOR

 Ve her insan gibi onun da gönlüne düştü aşk ateşi... Sevdi, gönlüne düşen aşkı kelimelere dökmek onun harcıydı. Pek çoğumuz Mihriban deriz o kıza belki ama Mihriban bir semboldür. Sevdalı olduğu kızın adını Mihriban'ın arkasına saklamıştır Karakoç... Sevdasını öyle herkese duyurma derdi yoktu Karakoç'un, Mihriban bilse yeterdi, aşağıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere: 

"O bana mektup yazardı, ben ona yazamazdım. Elin kızının evine mektup mu gönderilir, ayıptır. Yaşadığı şehirde bir gazete çıkardı, ben o gazeteye şiirler yazardım. Herkes şiir diye okurdu ama Mihriban bilirdi ki kendineydi o mektuplar."

Mihriban şiirini 1960'ta yazdığını söyleyen Karakoç, bir açıklamasında şunları söylemişti:
"Bazıları 'Gerçek mi?' diyor. Gerçek, diyorum ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban. Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki yazacaksın. O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. 'Lambadaki alev üşüyor' çıktı...Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor... "

 Bazı türküler ve şiirlerin öylesine yazılmış olabileceğini düşünüyoruz bazen. Ama ne sevdalar ne acılar ne feryatlar yatar o dizelerin ardında... Geçim sıkıntısı bir yandan, dönemin siyaseti bir yandan, gönle düşen sevda öte yandan... 8 yıl önce ebediyete göçse de şair, biz onu eserleriyle diri tutacağız... 
Dinlemek isteyenler için yazımın sonuna Abdurrahim Karakoç'un ağzından Mihriban şiirini bırakıyorum...Gönlünüze işlemesi temennisiyle...
https://www.youtube.com/watch?v=jTFVjfMOQzU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder